Son yıllarda, dünya genelinde demografik değişimler dikkat çekiyor. Çocuk doğurma oranlarının düşmesi, özellikle gelişmiş ülkelerde önemli bir sorun haline geldi. Ancak bu durumun en çarpıcı örneği, dünyada en az doğum oranına sahip olan ülkelerdir. Bu yazımızda, bu ülkelerin çocuk sahibi olmama nedenleri üzerinde duracak ve sosyolojik, ekonomik ve kültürel faktörleri inceleyeceğiz.
Yıllara göre değişiklik gösterse de, dünyanın en düşük doğum oranına sahip ülkesi genellikle Güney Kore olarak öne çıkıyor. 2021 verilerine göre, Güney Kore'nin doğum oranı 0.84 çocuk/ kadın seviyesine düşmüştü. Bu oran, ülkenin uzun yıllardır karşılaştığı demografik bir probleme işaret ediyor. Ayrıca, Singapur, İtalya ve İspanya gibi diğer ülkeler de oldukça düşük doğum oranlarıyla dikkat çekiyor. Bu ülkelerdeki doğum oranlarının düşmesi, yalnızca sayı ile değil, bunun altında yatan karmaşık sosyal faktörler ile de ilgilidir.
Bazen doğurganlığın düşük olmasının arkasında yatan en önemli nedenlerden biri, iş yaşamı ile aile yaşamı arasındaki denge kurmanın giderek zorlaşmasıdır. Özellikle, gelişmiş ülkelerde kadınlar daha fazla eğitim alma ve kariyer yapma fırsatı buluyor. Bu durum, kadınların çocuk sahibi olmaktan ziyade kariyerlerine odaklanmalarına yol açıyor. Güney Kore’de, kadınların iş gücüne katılması, geleneksel aile yapılarını zorlamış ve bu da doğum oranlarını düşürmüştür. Ayrıca, yüksek yaşam maliyetleri, çocuk yetiştirmeyi daha zor hale getiriyor. Çocuk bakım masrafları ve eğitim giderleri, ailelerin büyük bir kısmını maddi olarak zorluyor.
Özellikle büyük şehirlerde, konut fiyatları artarken, ailelerin çocuk sahibi olma isteği azalmaktadır. Yaşam alanlarının daralması ve çocuk yetiştirmek için uygun koşulların sağlanamaması, ailelerin çocuk yapma kararlarını etkileyen önemli etkenler arasında yer alıyor. Ayrıca, iş güvencesinin düşük olması ve belirsiz ekonomik koşullar, bireylerin çocuk sahibi olma arzularını olumsuz etkiliyor.
Günümüzde geleneksel aile modellerinde yaşanan değişiklikler, doğum oranlarını etkileyen başka bir faktördür. Ailelerin karmaşık yapıları, çocuk sahibi olma isteğini azaltıyor. Modern yaşam tarzı, bireyleri daha bağımsız hale getirirken, geleneksel aile değerleri de değişiyor. Özellikle Türkiye ve benzeri ülkelerde genç nesil, evlilik ve çocuk sahibi olmayı hayatlarının öncelikli hedefi olarak görmemekte. Eğlence, seyahat ve kariyer gibi unsurlar, bireylerin aklındaki öncelikleri etkileyerek çocuk yapma fikrini geri plana itiyor.
Güney Kore örneğinde olduğu gibi, hükümetlerdeki politikaların da etkisi büyüktür. Çocuk sahibi olmayı teşvik etmek amacıyla sunulan destekler yetersiz kalmakta, ailelere yeterince sosyal destek sağlanamamaktadır. İş güvencesi ve aile karnesi avantajları, iş gücü sıkıntısı yaşayan ülkelerde çocuk sahibi olmayı dengelemek için çok önemlidir. Ancak, çoğu zaman bu destek programları, istenen etkiyi yaratamamaktadır.
Çocuk sahibi olmak için gereken uygun sosyal altyapı eksikliği, birçok ülkede önemli bir engel olarak öne çıkıyor. Özellikle yaşlı nüfusun fazla olması, çocuk bakımının sosyal yaşamda yer bulmasını zorlaştırıyor. Çocuk bakım hizmetleri uygun fiyatlı ve ulaşılabilir değilse, aileler çocuk sahibi olmayı düşünmekten kaçınabiliyor. Çocuk yapmak, sadece bireysel bir karar değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk gerektiriyor. Bu bağlamda, kendine yetebilir ve sürdürülebilir bir sosyal yaşamın oluşturulması büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak, dünyanın en az doğuran ülkelerindeki bu sorunlar, yalnızca bireylerin seçimleriyle sınırlı kalmıyor. Ekonomik koşullar, kültürel yapılar ve sosyal politikalar, çocuk sahibi olma kararını derinden etkiliyor. Eğer gelecekte bu ülkelerde doğum oranlarının artması hedefleniyorsa, sosyolojik ve ekonomik olarak sıkı bir analiz yapılarak, doğru politikaların uygulanması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, toplum yenilenebilir ve geleceğe umutla bakabilir.